14 Mart 2011 Pazartesi

i feel better


                          
when the wind is gone...

who let the dogs out?


who? who? who?

2 Şubat 2011 Çarşamba

dirty old town...


                           

22 Ocak 2011 Cumartesi

alayına isyan, inadına özgürlük!!!

17 Ocak 2011 Pazartesi

pink floyd - echoes (royal albert hall)

her pink floyd şarkısı gibi echoes'un da yeri ayrıdır bende ama bu performans bambaşka...

 





dikkat!!! duygusal yoğunluk


rahatlamak için bir kaç şarkı dinlerken geldiğim nokta pek fena...

6 Ocak 2011 Perşembe

27ler kulübü

2011'in de gelip çatmasıyla birlikte nerden baksan 25 yaşıma girdim sayılır. Üniversiteye başladığımdan bu yana 6 yıl, aradığım insanı bulduğumdan bu yana da hemen hemen 4 yıl geçmiş. Ara ara, bahsi geçen 6 yıl içinde küçük küçük yolculuklar yapıp geri döndüğümde büyük büyük hayal kırıklıkları yaşıyorum. Bugün bakıyorum ki, zamanında yaptığım akılsızca işler, aldığım siklemento kararlar ve işte bunlar gibi şeyler, hayatımın geri kalanını mahvetmek üzere hatta belki de mahvetti de bunlar daha iyi günlerim. Bilmiyorum... Hala bitmeyen ve zaman geçtikçe altında ezildiğim okul problemim, bir türlü düzene oturtamadığım maddi durumum, kavimler göçü'nden beri devam eden yerleşik hayata geçme çabalarım, uzak durmaya çalıştıkça beni kovalayan, sırf anne – baba sıfatını taşıdıkları için kendilerinde bana dair tüm haklarını barındırdığını sanan insanlar... 

Aslında üniversiteye başlangıçta iyiydi her şey. Lisede belli tipler vardır; kimisinin derslerle hiç işi olmaz ama sosyaldir, sporcudur koşturur vs. kimisi diğerleri kadar sosyal, popüler falan değildir ama dersleri çok iyidir mesela. Kimisi de az önce bahsettiğim iki türün sentezidir: zeki, çevik, ahlaklı... Fakat benim ne derslerim iyiydi ne de sosyal yönüm kuvvetliydi. İşte bu yüzden üniversite yeni br başlangıç olacaktı benim için. Üniversiteye kapağı at nasıl olsa biter, eşşeği bağlasan bitirir ünversiteyi gibi cümlelerle gazlanmam da şişkinliğe sebep oldu tabi. Ömer Ürüdül'ün deyimiyle mantalite'yi tamamen değiştirmeye kararlıydım ki değiştirdim de ama tam tamamlanamayan bir değişim oldu. Sosyalliğim artarken derslerle alakam hala lisedeki gibi vasattı. Vizeler geldiğinde çok çalışmadığım için gitmediğim matematik-I vizesi vardı mesela. Daha üniversitedeki ilk sınavımda koyvermiştim. Daha balık batan koktu hesabı. İşte o vizeye girmemle birlikte üniversite hayatının en kolpa cümleleriyle de tanışmış oldum: Finalde çok çalışır geçerim. Nah geçersin, nah! Matematk – I 'i geçtiğimde 3.sınıftaydım. Neyse hikaye böyle devam edip gidiyor. 2. sınıfta gezdim, 3.sınıfta çalıştım, 4. sınıfta yattım, 5.sınıfta aklım başıma geldi ve bugün acı veriyor. Pişman olduğum tek bir nokta var o da 4. sınıfta çabalamamamdı. O zaman farklı olsaydı bugün de farklı olabilirdi. Şu da var tabi eğer maddi olarak rahatsanız bu tip durumlar daha az can sıkıyor. Benim maddi durumum da hiçbir zaman felaketten yukarı çıkamadığı için hikayenin bu kısmını az çok tahmin edersiniz.

Eğer sadece kendimden sorumlu olsaydım belki bu kadar rahatsız etmezdi bu durum ama 4 yıldır benimle birlikte olan insanın sorumlulğunu taşıyorum. İkimiz de öğrenciyken bu durum sorun değildi çünki bir şekilde kız arkadaşımla birlikteydik ve sırf birlikte sarılıp uyuduğumuz içi bile mutlu olabiliyorduk (hala da olabiliyoruz). Kız arkadaşımın okulu geçen yıl bitti ve çalışmak için İstanbul'a döndü. 4 yıldır birlikte yatıp, birlikte kalkan zamanının çoğunu birlikte geçiren insanlarken, bir anda geceleri telefondan iyi geceler konuşması yapmak hem garip geliyor hem de insana kendini sorgulatıyor. Benim zamanında yaptığım seçimler yüzünden birlikte olduğum insanın ekstra çaba sarfetmesi beni mahçup ediyor. Sonuçta benimle bir çok şeyi paylaşmış bana değer veren insan da benim bu durumuma üzülüyordur elbette. Haftada bir ya da iki haftada 1 gün görebildiğim bir insanla geçen zaman da ister istemez daha vasıfsız, daha hızlı sarım bi hale geliyor. Bunun birbirini özleme durmu var bir de. Planlanan bir gelecek de var. Kimse otuzuna geldiğinde hala düzene girmemiş bir hayat istemez. Etrafıma baktığımda yani etrafımda, çevremde olan insanlardan bahsediyorum bazıları benden 3 yıl önde gidiyor. Bunları gördükçe bir darbe daha yiyiyorum. Kendime, buraya bile yazarken içimi parçalayan soruyu sorduğumda, birgün, sana gelip: “ben artık yapamıyorum, belirsizliğe dayanamıyorum, bir hayat kurmak istiyorum” dese ne yapacaksın? Diye soruduğumda kafamda ne bir cevabım var ne de sonrasında dair imgeler... Çünki bir keresinde onsuz kaldığım ve o zaman yarım yaşamak nedir anladım. Ve evet yarım da yaşanıyor ama yarım yaşamak çok koyuyor insana yani ilk gün onsuz kaldığımda ne hissettiysem 3 ay sonra da öyle hissettim. Umarım bir daha da öyle bir şey yaşamam....

27ler kulübüne gelince, sanırım 27 yaş bazı insanların şöyle bir dönüp arkalarına baktığı yaş oluyor. Yani o zamana kadar geçmişini düşünmemiş veya düşünmeye cesaret edememiş veya görmezden gelmiş insanlar için bir uyanış oluyor. Belki de ancak 27'sine kadar tahammül edebilmiş insanların kulübüdür 27ler kulübü bilemiyorum ama jimi hendrix, kurt cobain, jim morisson, janis joplin ve niceleri, hepsi birden yanılıyor olamazlar bir bildikleri vardır. Onlar hakkında yazılacak, söylenecek çok şey var. Sadece bu akşam bu insanları kendime çok yakın hissettim. Gittiğim yerde burdan daha fazla sıkılma ihtimalim olmadığını bilseydim bende onların olduğu yerde olurdum belki de. Beni hayatta tutan diğer parçam var bir de elbette.

Çabalıyorum... bir şeyleri oldurmak, sevdiğim kadınla birlikte yaşamak, hem onu hem kendimi mutlu etmek, kendimi kendime inandırmak, kaygılanmadan bir tek gün geçirebilmek için...

Bir de son bir rica: buraya yazdıklarımı rahatça konuşabilseydim buraya yazma ihtiyacı duymazdım...